JournalIdea.com Idea, A Journal of Humanities, Social-Political Science Journal

IDEA: A Journal of Humanities, IDEA İnsan Bilimleri Dergisi, Editor: Cengiz Çağla Web Design: Emin UZUN.

Editörden Bugün yeni bir dergiyle tanışıyorsunuz. Her yeni ilişkiye başlarken belli bir merak ve tereddüt söz konusudur. İlişkimizin uzun sureli ve keyifli olmasını diliyoruz. Bu ilişkiye adaylığımızı koyarken ince eleyip sık dokuduk. Uzun bir hazırlık dönemi geçiren İDEA bugün itibariyle doğdu ve artık kendisini size tanıtmaya hazır. Altı üniversiteden altı bilim insanının kurduğu bir dergi İDEA. Genel anlamda sosyal bilimlerin, daha geniş anlamıyla insan bilimlerinin dergisi. Siyaset bilimi, sosyoloji, felsefe, tarih, iktisat, görsel kültür, müzikbilim, edebiyat ve sanatın tüm dallarına açık, disiplinler arası çalışmaları destekleyen, teoriyi öne çıkaran, düşünce ve ifade özgürlüğünden taviz vermeyen, etik ilkelere titizlikle bağlı, akademik ve entelektüel geleneğe katkı yapmayı amaçlayan bir dergi. Ülkemizde fakülte ve enstitü dergilerinin önemli açmazları var. Büyük çoğunluğu iç dolaşıma yönelik ve piyasada satılmıyor. Buna ilk açmaz diyebiliriz. Yayımlanan emek ürünü çalışmalar akademik yükseltmelere katkı sağlıyor ancak genel okur önüne çıkmıyor, hatta çoğunlukla konuyla yakından ilgili araştırmacılara bile ulaşamadan kütüphane raflarında kalıyor. İDEA’nın ilk amaçlarından biri bu döngünün dışına çıkmaktır. Yerellik ve asosyallik kırılmalı, akademik ve entelektüel ürünler mümkün olan en geniş okur kitlesiyle buluşmalıdır. Bu alandaki bir diğer açmaz, Türkiye’de üniversite kurumunun içinde bulunduğu genel ortamla ilgili. Aşırı merkezi bir yapı içinde bulunan üniversite sistemimizin yapısal ve konjonktürel sorunları dergilere de yansıyor. Üniversiter bürokrasi içinde akademik yayıncılığın etik ilkeler doğrultusunda özendirilmesi zaman zaman mümkün olamıyor, çok az sayıdaki örnek dışında uzun soluklu, özgün çalışmaları özendiren, gelenek oluşturan ve dünya ölçeğinde dergiler maalesef yaratılamıyor. İDEA, yayın hayatına atılırken, bu boşluğu doldurmak iradesini gösteriyor, söz konusu bürokratik vesayeti reddediyor ve bağımsızlığını ilan ediyor. Açmazların tanımlanması ve eleştirisi esasında bize çıkış yollarını gösteriyor. Mutsuzluğun bilincinde olmak bile başlı başına bir mutluluk kaynağıdır. Altı insanbilimcinin ortak ilkeler çerçevesinde bir araya gelmesi de bir mutluluk. Bu mutluluğu sizlerle paylaşacağız. Emeğin en yüce değer olduğuna inanıyoruz. Emek vereceğiz ve sizlerin emeğine destek olacağız. Edirne’deki profesörün, Kars’taki doçentin, Londra’daki yüksek lisans öğrencisiyle Paris’teki doktora adayının, İstanbul’da geçim sıkıntısı çeken asistanın, Ankara’da kendi kendisini yetiştirmiş entelektüelin, kısacası Türkiye’nin ve dünyanın her köşesinde her şeye rağmen insan bilimleri alanında göz nuru döken sizlerin emeğine saygımız var. Bu emeği adil ve ilkeli bir platformda değerlendirmek için elimizden geleni yapacağız. İDEA, her yıl iki sayı olarak yayımlanacak akademik ve hakemli bir dergi. Başlangıç aşamasında bütün olası yanlış anlamaları ortadan kaldırmak için hakemlik süreci konusuna dikkat çekmek gerekiyor. İDEA’ya ulaşan her çalışma ilk olarak yayın kurulunun önüne gelir. Burada yazı, biçimsel özellikleri, teorik çerçevesi, ele aldığı sorunsalın önemi gibi unsurlar bakımından değerlendirilir. Bu kriterler açısından yayın politikasına uygun olmayan çalışmalar hakem sürecine sokulmadan reddedilir. Diğer çalışmalar ise yayın kurulu ve danışma kurulu üyelerimizin önerileri doğrultusunda ilgili hakemlere iletilir. İDEA’nın hakemleri dünyanın diğer ciddi akademik dergilerinde olduğu gibi anonim hakemlerdir. Hiçbir koşulda hakem isimleri yazarlarla paylaşılmaz. Ancak, bu süreçte reddedilen, düzeltme ve değişiklik istenen veya kabul edilen yazıların hakem raporları, gerekli görüldüğünde, isimler anonim kalmak koşuluyla yazarlara aktarılır. İDEA, açık bir dergidir. Başlangıç olarak Türkçe ve İngilizce yayın yapacak, süreç içinde Fransızca ve Almanca katkıları da yayımlayacaktır. Yabancı dildeki çalışmaların dergi içinde çoğunluğu oluşturmaması tercih edilir. İDEA, ilke olarak özgün çalışmalar yayınlar. Ancak, alanında klasik niteliğiyle öne çıkan yabancı dillerdeki bazı çalışmalar ile güncel konularda yakıcı öneme sahip bazı yazılar da, özgün dilinde ya da çeviri olarak İDEA sayfalarında yer bulabilecektir. İDEA, çeşitli insanbilimleri alanlarında ve disiplinler arası çalışmalar yayımlar. Belli bir tema etrafında derlenmiş özel dosyalar, serbest konulu makaleler, karşıt görüşler, kitap eleştirileri, sempozyum/konferans izlenimleri dergimizin ana bölümlerini oluşturmaktadır. Doğallıkla anlaşılacağı gibi, yukarıda betimlenmiş olan hakem süreci ilk iki bölümdeki özgün makaleler için geçerlidir. Diğer bölümlerimizin içeriği ve çevrilecek makalelerin seçimi konuları yayın kurulumuzca belirlenir. İDEA’nın elinizdeki ilk sayısının ilk sayfalarında Cengiz Çağla tarafından derlenen dört makaleden oluşan “Modernleşme, Devlet ve Ordu” başlıklı bir dosya yer alıyor. Bilindiği gibi, geçtiğimiz yıl ülkemizde İkinci Meşrutiyet’in ilan edilişinin 100. yılı idi. Bu yıldönümü dolayısıyla çok sayıda etkinlik düzenlendi. Osmanlı/Türk modernleşmesi ve bu modernleşme içinde askeri seçkinlerin rolü konuları yeniden masaya yatırıldı. Biz de bu bağlamda, güncel olan ve güncelliğini yitirmeyen bu alanda yetkin ürünler veren bazı yazarların çalışmalarına dikkatinizi çekmek istedik. Batılılaşma olarak algılanan modernleşme sürecimiz batıcı reformları özümseyebilecek yegane kurum olarak görülen ordu aracılığıyla başlamıştı. Osmanlıdan gelen köklü gelenekle bağlantılı olarak, Genç Osmanlılardan Jön Türklere ve oradan Mustafa Kemal’in çevresinde yer alan reformcu kadroya kadar ülkenin siyasal seçkinlerinin oldukça önemli bir kısmı ordu içinden yetişti. Bugün de Türk ordusunun bürokrasi içerisinde özerk ve ayrıcalıklı bir konumu var. Bu konum, onu siyasal yaşamın bir aktörü haline getiriyor. Bu nedenle, dosyada doğrudan orduyla ilgili üç çalışma yer alıyor. Dosya’nın ilk makalesi Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün kurucularından Gencer Özcan tarafından kaleme alındı. Özcan, Osmanlı ordusunun Prusya örneği doğrultusunda yeniden yapılandırılma sürecini irdelerken, bu sürecin Osmanlı subaylarının dünya görüşlerini ve siyasal kültürlerini nasıl etkilediği üzerinde duruyor. Makale, I. Dünya Savaşı sırasında iki ülke askerleri arasındaki silah arkadaşlığı, Türkiye’de askeri öğretim ve eğitimin Prusya modeli çerçevesinde kurulması, Prusya etkisinin ordusunun kurumsal belleğinde bıraktığı izler gibi unsurları ele alarak söz konusu modelin Türkiye ordusunun toplumuyla kurduğu ilişki biçimi üzerinde yarattığı derin etkiyi gündeme getiriyor. Özcan’ın makalesiyle ordunun yeni ulus devlet projesine uygun yeni bir yurttaş tipi yaratmak için araç olarak kullanıldığını anımsıyoruz. Asker ile yurttaşın özdeşlenmesini öngören millet-i müsellaha kavramını da irdeleyen yazar, günümüzde de izleri süren bu anlayışı, gençliğin askerliğe hazırlanma gerekçesiyle militarizasyonu sayesinde toplum ile ordu arasındaki ayrımların belirsizleştirilmesi için atılan bir adım olarak görmektedir. Ordu üzerinden erken cumhuriyetin yurttaş tasavvurunu incelerken bugüne göndermeler yapmamızı sağlayan makale, birey karşısında devleti önceleyen, yurttaşın görevlerini öncelikle vurgulayarak devletin gereksinimlerini öne çıkaran, hak ve özgürlükleri geriye iten bir ideolojik kurguya dikkat çekiyor. Dosyanın ikinci makalesi ülkemizin otodidakt tarihçileri arasında kendine özgü özel bir yer edinen Sacit Kutlu tarafından yazıldı. Kutlu, Gencer Özcan’ın siyaset bilimi ve siyaset sosyolojisi perspektifinden ele aldığı konuyu bu kez öncelikle Alman kaynaklarına dayanarak tarihçi titizliğiyle inceliyor. Konuyu uluslararası ilişkiler perspektifine oturtan, zengin ayrıntılarla olgu ve olaylara dikkat çeken yazar, emperyal bir gücün görece zayıf müttefikiyle kurduğu dostluk ve işbirliği ilişkisinin zamanla nasıl tahakküm içermeye başladığını ve yıkıma nasıl katkıda bulunduğunu ortaya koyuyor. Üçüncü makale, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler anabilim dalında Taner Timur danışmanlığında hazırlanan bir yüksek lisans tezine dayanıyor. Fransa’da yaşayan ve doktora eğitimine hazırlanan Ceylan Pınar de Rosay, büyük oranda birinci el kaynaklara dayanarak hazırladığı çalışmasında Ahmet Mithat Efendi’niın yapıtlarının ayrıntılı bir taramasını yapıyor. Yeni Osmanlılarla İttihatçılar arasında II. Abdülhamit dönemini bütün veçheleriyle yaşayan önemli bir yazar olan Ahmet Mithat’ın modernleşme algısının gelişme, ilerleme, çalışma, disiplin gibi kavramlarla örüldüğünü görüyor, kişisel gözlemler ve Fransız edebiyatı üzerinden aktarılan bu kavramların dönemin okuruna nasıl takdim edildiğini öğreniyoruz. Ahmet Mithat özelinde Osmanlı/Türk aydınının batılı yaşam tarzı ve devlet sistemine duyduğu hayranlığı, kendini hissettiren reform ihtiyacını, bürokratik, seçkinci ve aktarmacı nitelikleriyle öne çıkan reformculuğunu hatırlıyoruz. Dönemin egemen özelliklerinden bir kaçına değinecek olursak, toplumun diğer kesimlerine oranla kendilerini seçkin hissetmelerine yarayacak batılı eğitimi alan aydınlarımızın, ilgi duydukları batılı düşünce gelenekleri içindeki rafine akımları derinlemesine irdeleyecek kültür düzeyine sahip olamadıklarından, siyasi otoriteden özerk olamadıklarından ve reformların niteliği ve yoğunluğu konusunda derin tereddütler yaşadıklarından bahsedebiliriz. De Rosay’in makalesi bazen bugün de devam eden bu tereddütlere Ahmet Mithat özelinde dikkat çekiyor. Düşünce tarihimizde kimi zaman yalnızca sanayileşme ve kalkınma anlamında kullanılan modernleşmenin, Ahmet Mithat’ta kısmen kültürel yenilenmeyi de içerdiğini de görüyoruz. Dosyanın son makalesi geçtiğimiz yıl “Türkiye’de Siyaset ve Asker” başlıklı kitabı Kitap Yayınevi tarafından yayımlanan Levent Ünsaldı’dan geliyor. Türkiye’de askerlik ve orduyla ilgili sorunsalları inceleyen araştırmaların çok yetersiz olduğunu biliyoruz. Fransa’da doktora sonrası araştırmalarını sürdüren Ünsaldı, konuya çağdaş sosyolojinin gözlüğüyle bakarak özgün bir katkı sunmaya çalışıyor. Özcan, Kutlu ve Rosay tarihsel kökenlere dikkat çekmişti, Ünsaldı ise bugüne çözümleyici bir perspektiften bakıyor. Türkiye’de ordunun siyasete müdahalesi neden bu kadar olağan karşılanıyor? Askerlerin yetiştikleri kültürel ortamın, bu olağanlaşmadaki katkısı nedir? Günlük yaşam deneyimleri, simgesellikler ve boş zaman alışkanlıklarının da oluşmasına katkıda bulunduğu askeri “ethos”, bu olağanlaşmanın derininde yatan ana neden midir? Ünsaldı, makalesinde bu ve benzeri sorulara yanıtlar arıyor. Kanımızca, makalenin en önemli yanı, Türkiye’de ordunun siyasete müdahale pratiklerinin hangi simgesel ve kavramsal çerçeve içinde yer aldığını inceliyor oluşu. Askerlik mesleğine hazırlık aşamasında ve meslek içi süreçlerde yaşanan pratikler ve davranış alışkanlıklarının mevcut askeri iktidarın sosyo-ekonomik ve kültürel temellerini oluşturduğunu savunan yazar, tezlerini esas olarak Bourdieu sosyolojisinin analitik araçlarıyla temellendiriyor. Serbest konulu makalelerin ilki Massacusetts Institute of Technology’den Daron Acemoğlu’ndan geliyor. İlk olarak Center for Economic Policy Research (CEPR) tarafından okura ulaştırılan bu deneme, MIT’de uygulamalı iktisat profesörü olan ve 2005 yılında 40 yaş altı kuşakta dünyanın en iyi ekonomisti seçilerek John Bates Clark madalyasıyla ödüllendirilen Daron Acemoğlu’nun İDEA’ya sempatisinin bir ifadesi oluyor. Galatasaray Lisesi mezunu bir Türkiye vatandaşı olan Acemoğlu, siyasal iktisat, gelişme iktisadı, gelir ve ücret eşitsizlikleri, çalışma iktisadı, eğitimin ve kurumların iktisadi gelişme ve siyasal iktisat üstündeki etkileri gibi alanlarda çalışıyor. Bugün dünyada en çok referans verilen iktisat düşünürleri arasında yer alan Acemoğlu’nun bu yazısında ifade ettiği görüşlerin yeni bakış açılarını özendireceğini, karşıt görüşlerin de dile getirilmesiyle verimli bir tartışma ortamının açılabileceğini düşünüyoruz. İçinde bulunduğumuz kriz hakkındaki düşüncelerini derli toplu olarak ifade eden yazarın bu çalışmasını, hem konunun önemi dolayısıyla, hem de Acemoğlu’nun nüanslar içeren titiz uslübunu yansıtması bakımından okurlarımıza özgün dilinde aktarmayı tercih ettik. İnsan hakları söylem ve pratiğindeki değişimlere dikkat çeken Evren Balta Paker’in makalesi de Yıldız’dan geliyor. Yazar, 11 Eylül sonrası dönemi belirleyen temel unsur olarak savaşın bireyselleşmesine, savaşın artık düşman devletlere karşı değil, içerideki ve dışarıdaki düşman “bireylere” karşı yapılıyor olmasına dikkat çekiyor. Yaşanan bu süreç siyasal olarak yeni bir döneme girdiğimizi işaret ediyor. Paker’in makalesi, özgürlükçü demokrasinin bayraktarlığını yaptığına sık sık tanık olduğumuz bazı devletlerin, yeni dönemde ulusal güvenlik adına temel insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerini nasıl bir kenara bıraktıklarını irdeliyor. Olağanüstü hal kavramının süreklilik arz etmeye başladığı bir konjonktürde siyaset bir kez daha Carl Schmitt’in dost/düşman ikiliğine mi sürükleniyor? “Düşman” ve “terörist” kavramları devletlerden, mekandan, ulusal sınırlardan bu kadar bağımsızca ve tek taraflı olarak tanımlanabilir mi? Bu ve benzeri soruları ortaya atan Paker, terörizm gerekçesiyle meşrulaştırılmaya çalışılan işkence ve yargısız infaz pratiklerinin temel insan haklarıyla çeliştiğini hatırlatarak okuru yirmi birinci yüzyılın içerdiği siyasal riskler üstüne düşünmeye çağırıyor. Makaleler bölümümüzdeki son çalışma İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Semih Yücel’den geliyor. Yücel, Türkiye’de siyasal islamın entelektüel kökenleri bağlamında Bilgi ve Hikmetdergisini ayrıntılı bir şekilde inceliyor. Siyasal islamcı yazarların moderniteye bakışını tek boyutlu bulan yazar, bu algılama üstünde temellenen modernite eleştirisinin de sorunlu olacağını belirtiyor. Yücel, disiplinlerarası ve yorumbilimsel unsurlar içeren çalışmasındaBilgi ve Hikmet yazarlarının moderniteyle yüzleşme çabalarını anlam arayışı, siyasal özne konumu, devlet, laiklik, birey ve kimlik algıları, farklı tarih anlayışları ve islami kategoriler açısından sorguluyor. Moderniteyi bazen bir dönem, bazen de düşünsel bir arka plan olarak alan yazarların, esasında modernleşmeye derinlemesine nüfuz ederek yeni bir epistemoloji geliştiremediklerini, modernitenin kendi kendisini eleştiren kısmını tekrar etmekten öteye gidemediklerini savunuyor. Yücel, makalesinde Ali Bulaç başta olmak üzere İslamcı entelektüellerin asıl hesaplaşmak istedikleri olgunun modernite olmadığını, Türkiye’deki geleneksel devlet yapısı olduğunu ifade ediyor. Batıyı tek bir boyutuyla ele alan bu entelektüeller, Yücel’e göre, esasen modernite bağlamında batının teorik ve kavramsal çerçevesini onun tarihsel/toplumsal arka planından soyutladıkları için etkileri sınırlı olmuştur.

Kitap eleştirilerinden bahsetmeden önce, elinizdeki sayıda bulunmayan ama ikinci sayıdan itibaren yer vermek istediğimiz bir bölümden söz etmek gerekiyor. “Karşıt görüşler” adını vermeyi tasarladığımız bu bölüm yayımladığımız makaleleri akademik ölçütler çerçevesinde eleştiren en çok iki bin sözcüklük yazılardan oluşacak. Eleştirinin ve karşıt görüşlerin bilimsel üretkenliğin, yaratıcılığın ve gelişmenin olmazsa olmaz ön koşulu olduğunu kabul ediyoruz. Teorik ve metodolojik düzeyde katılmadığınız, argümantasyonunu sorunlu bulunduğunuz, aksayan yerler fark ettiğiniz makaleleri eleştirmekten kaçınmayınız. Akademik ölçütler çerçevesinde dile getirilen görüşleri ve gerektiğinde yazarların verecekleri yanıtları katkı ve zenginlik olarak algılayacağız. Yazılarınızı bekliyoruz. İlk sayımızın “Kitaplar” bölümünde geçen yıl yayınlanan ve önemli bulduğumuz üç eser üzerine yazılar yer alıyor. Remzi Altunpolat’ın kaleme aldığı yazı Pınar Selek’in son kitabını geniş bir alan taramasının ardından bağlamına oturtarak değerlendiriyor. Sürüne Sürüne Erkeklik başlıklı kitabın derinlemesine irdelendiği bu yazı zorunlu askerlik uygulamasını bir çok yönüyle gündeme getirmesi bakımından esasında bu sayımızdaki dosya konusunu tamamlayan bir unsur oluyor. Bu bölümdeki bir diğer yazı G. Gürkan Öztan’a ait. Öztan, Mehmet Hacısalihoğlu’nun Jön Türkler ve Makedonya Sorunu, 1890-1918 başlıklı çalışmasını irdeliyor. Son olarak yayın kurulu üyemiz Nedim Nomer, Birsen Örs’ün derlediği ve geçtiğimiz yıl ikinci baskısını yapan 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler’i değerlendiriyor. Bu sayımızın son yazısı Zafer Doğan tarafından kaleme alınan konferans notları. Doğan, Galatasaray Üniversitesi’nde geçen yıl düzenlenen (on iki yıldır düzenlendiği için artık gelenekselleşen) Mehmet Ali Aybar sempozyumuyla ilgili izlenimlerini bizlerle paylaşıyor. Idea’nın ikinci sayısı serbest konulu makalelerden oluşacak. Bu bağlamda özellikle genç insanbilimcilerin katkılarını beklediğimizi belirtmek istiyoruz. Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli üniversitelerinde okuyan, lisansüstü çalışmalar yapan genç kalemlerin okur önüne çıkmasında yarar umduğu çalışmalarını basmak isteriz. Ancak, tezlerden türetilen çalışmaların tez bölümlerinin birebir aynısı olmaması, kaynaklar ve yöntem açısından gözden geçirilerek güncellenmesi bizim için bir zorunluluk. İkinci sayı için göndereceğiniz çalışmalarınızın en geç -dergide açıkladığımızdan bir ay daha geç olarak -- Temmuz sonuna kadar elimizde olması gerekiyor. 2010 bahar sayımızda ise editörlüğünü Cengiz Çağla ve Nedim Nomer’in üstleneceği “Cumhuriyet ve Demokrasi” başlıklı bir dosya yer alacak. Bilindiği gibi “cumhuriyet” sözcüğü kavram olarak tarih içinde anlamı büyük değişikliklere uğramış bir terimdir. Yirmi birinci yüzyılın cumhuriyetçi rejimleriyle Cicero’nun “res publica”sı arasında büyük farklar olduğu bir muhakkak. Jean Bodin’in “république royale”ı ile cumhuriyetin orta çağlarda, Fransız Devrimi sürecinde kazandığı anlamlar ve bugünkü içeriği de birbirinden farklı. Öte yandan, “siyaset felsefesi” ve “kavramların tarihi” üstüne çalışan araştırmacılar bu farklı içeriklere rağmen kavramın ortaya çıktığı kök itibariyle belli bir çağrışımlar bütünü oluşturduğunu kabul ediyorlar. Günümüzde siyasal ve toplumsal yapısı demokratik olan bazı ülkeler monarşiyle yönetilmekte, kendini cumhuriyet olarak tanımlayan bir çok rejim ise demokrasiye çok uzak nitelikler arz etmektedir. Cumhuriyetle demokrasiyi birbirine karıştıran, belli bir dönemdeki cumhuriyet formunu tek cumhuriyet örneği olarak görerek fetişleştiren, demokrasiyi vazgeçilebilir ya da en azından söz konusu cumhuriyet formu karşısında ihmal edilebilir kabul eden yaklaşımlar da zaman zaman görülmekte. Bu yaklaşımlar, demokrasinin köklerini Yunan antikitesinden, cumhuriyetin de kaynağını Roma antikitesinden aldığını unutmuş görünmektedirler. “Cumhuriyet ve Demokrasi” başlıklı dosya bu iki kavramı tarihsel ve felsefi düzeyde irdeleyerek söz konusu anlamsal bulanıklığa akademik düzeyde müdahale etmeyi öngörmektedir. 2010 bahar sayımızda yayımlanmak üzere, gerek bu dosya bağlamında, gerekse de serbest konulu bölüm için göndereceğiniz çalışmalarınızın elimize en geç Aralık sonu itibariyle ulaşması gerekiyor. İDEA’nın bu ilk sayısının hayat bulmasında bize destek olan tüm yazarlarımıza, makaleleri titizlikle değerlendiren hakemlerimize, fikir ve önerileriyle bizi yalnız bırakmayan danışma kurulu üyelerimize, teknik hazırlıkları özveriyle yürüten yayın ekibimize ve Belge Uluslarararası Yayıncılık ailesine teşekkürler. Cengiz Çağla



Retrieved from "http://aboutus.com/index.php?title=JournalIdea.com&oldid=30864765"